Pazar günü susarak konuşan iyimser bir kadın
Hayatımız küçük parçaların bir araya gelmesiyle bir anlam örüntüsüne ulaşıyor. Pazartesiler, salılar, çarşambalar, perşembeler ve cumalarda kendi rutinlerimizi oluşturuyoruz. Ünlü yazar Milan Kundera da benzer biçimde şunları söylüyor: “Cumartesi ve pazar günleri, varolmanın tatlı hafifliğinin geleceğin derinliklerinden yükselip yanına vardığı duygusu içindeydi. Pazartesi, benzerini bundan önce hiç tanımadığı bir ağırlıkla çarpıldı.”
Kuşkusuz hepimizin günlere yüklediği anlamlar farklı. Fakat iş “pazar”a gelince belli fikir birlikleri oluşuyor. Bu hafta yazar Funda Özsoy E. ile pazarlarla alıp-veremediklerimizi masaya yatırıyoruz. Öncelikle kendisine “Klasik bir pazar gününüzü tarif eder misiniz?” diye soruyoruz. Cevabı şöyle oluyor: “Pazar günleri benim için çok kıymetlidir. Evde olduğum gün. Çok erken kalkarım, mümkün olduğunca uzatabilmek adına bu özel günü, kafamda iş güç olmadığı, şehrin hay huyundan uzak, evimin sessizliğinde… Kahvaltıdan önce sade bir kahve içerim. Mevsim kışsa oturma odamda, pencere kenarındaki tekli koltuğumda bacaklarımı pufa uzatmış, perdeyi açmış, dışarıyı seyrederek. Eğer baharsa mevsim veya yazsa, balkonumdayımdır; kuş seslerini dinleyerek, göğe bakarak ve şükrederek bu an’a, yudumlarım kahvemi. Kendimle baş başa kalmayı seviyorum pazarları, içimi dinlemeyi.”
Okunacak nice kitap var
Elbette pazarları sevenler olduğu gibi sevmeyenler de var. Bu nedenle Özsoy’a pazarları sıkıntı olmaktan kurtaracak önerisi olup, olmadığını da soruyoruz. Tüm samimiyetiyle bize, “Pazar günlerini artık ellili yaşlarıma ulaşmışken sıkıntı olarak görmüyorsam da çocuklarımın küçük olduğu dönemlerde, onların ödevleri, okul hazırlıkları derken sıkıntılı geçmiş pazarlarım da oldu bir zamanlar” diyor. Ardından da şunları anlatıyor: “Ama dünya üzerinde okunacak nice güzel kitabın olduğunu düşünmek ve şu an evdeyken onlardan birine başlama özgürlüğüne sahip olduğunu bilmek, pazarlarımı her şeye rağmen zaten güzelleştiriyor.”
Kovboy filmlerini özlüyorum
Şimdi gelelim pazar gününü eğlenceli hâle getireceklere… “Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir?” diye soruyoruz Özsoy’a. “Sinema zevkim daha yeni yeni oluşmaya başladı diyebilirim, sinema yazarı arkadaşım sevgili Mehmet Neşet Turgut sayesinde” diyor ve devam ediyor: “Ama çocukluğumun pazar günlerinde televizyonda ailece kovboy filmleri izlediğimizi hatırlıyorum, kahvaltı masasında, keyifle. Hâlâ o pazar günlerinin kovboy filmli lezzetli anlarını özlerim.”
Özsoy, bir yazar olarak tıkandığını hissettiğinde veya enerjisi düştüğünde okuduğu özel kitapları olsa da sadece pazar gününe ait özel bir kitabı olmadığını belirtiyor. “O gün elimde ne varsa” diyor ve söyleşimize cevap verdiği an okuduğu kitabı anıyor: “Şu an Alim Kahraman’ın Tanpınar’ı anlattığı Altın Uçurum kitabını okuduğum için en son, yeniden Tanpınar’ın makalelerine döndüm. Bu pazar elimde olan kitap.”
Favori mekânım ev
Yazar, pazar günleri kendisiyle baş başa olmayı sevdiğinin altını çiziyor. Sessizlikte, evinin iç huzurunda bulunmanın onun için değerli olduğunu belirtiyor. Bu nedenle pazarları buluşma planları da yapmazmış. Hatta, “Yakın arkadaşlarım da bilir bunu ve beni kendimle bırakırlar o gün.” diyor. Tam da bu nedenle pazarları favori mekânı da eviymiş.
Kardeşim için güzel pazarlar yaşamaya çalışıyorum
Şimdi can alıcı noktalardan birine geliyoruz ve “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” sorusunu yöneltiyoruz. Özsoy, hayatının kırılma anlarını aktarıyor bize: “Bugünden baktığımdan artık çok gerilerde kalmış, heyecanı eskimiş olan 3 Temmuz 1994 tarihinin pazar günü, evlendiğim gün. Sevdiğim biriyle, yeni bir hayata başlamanın sevincini ve heyecanını yaşadığım. 8 Nisan 2012 Pazar günü ise o zamana kadar tatmadığım bir acıyla sarsıldığım gündür. Sabah saatlerinde kardeşimi kaybedişim…Başucundaydım, son yudum suyunu kendi ellerimle verdiğim o an, bütün sular sana feda olsun diyerek, herkesin benim kadar mutsuz olmasını istediğim bencil bir andı yaşadığım ve dört gün sonra doğum günümdü. O acı ile kırklandım ben. Hayata aşık, gencecik bir insanın bir yıldız misali bu dünyadan kayıp gitmesine şahitlik yaptığımda, sağlıklı nefes aldığım her günün nasıl da bir muzice olduğunu idrak ettim. O pazar gününe çok şey borçluyum, kardeşime de tabii. O pazar günden doğduğunu söyleyebilirim şimdiki ben’inim. Bugün artık kardeşim adına da güzel pazar günleri yaşamaya çalışıyorum bu yüzden.”
Saçı başı dağınık ama ışıl ışıl
Pazar günleri de dahil her gün çalıştığını ama aslında hiç çalışmadığını belirten Özsoy, bunun nedenini sevdiği işi yapıyor olmasıyla açıklıyor. Son olarak, “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” diye soruyoruz kendisine. Şöyle yanıtlıyor: “Gençlik yıllarımda, çocuklarım küçükken bu soru sorulmuş olsaydı; çatık kaşlı, bezgin, saçı başı dağılmış bir kadın derdim. Artık elli yaşımda, hayata bakışını değiştirmiş, gölgeleriyle yüzleşmiş, dingin, yine saçı başı dağınık ama ışıl ışıl parlayan, susarak konuşan, iyimser bir kadın diyebilirim.”