Osmanlının ünlü hekimi Marko Paşa’yı hatırlamak
Büyük babam Mehmet Sait Bey’in emekli olduktan sonra satın aldığı Kuzguncuk Nakkaş Tepe’deki köşkünde çocukluk yıllarımı yaşamıştım. Kendisini hiç tanımadım. Cumhuriyetin ilk yıllarında, sonrasında emekli olanlar ev değil köşk bile satın alabiliyorlardı… Günümüzün emeklilerinden söz etmek bile istemiyorum.
II. Dünya Savaşının dünyayı kasıp kavurduğunu yıllarda; Türkiye savaş tehlikesi ile karşı karışa kalmıştı. İlkokul yıllarımda kitaba, gazeteye meraklıydım. Kuzguncuk’taki vapur iskelesinin yanındaki gazeteciden 1001 Roman, Çocuk Sesi, Doğan Kardeş gibi dergilerin yanı sıra ne olduğunu bilmediğim dergileri de alırdım. Bunlardan birisi de dönemin siyasi dergisi Marko Paşa idi.
Kuzguncukta Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) doktoru Marko Paşa’nın sonradan ilkokul olan büyük bir köşkü vardı.
Marko Paşa hekimliğinin yanı sıra günümüzde kullanılan yakıştırmalar ve bir dergiye verilen isimle daha da ünlenmişti. Bu gün bile derdini, sorununu anlatacak, dinleyecek merci bulamayanlara “Anlat derdini Marko Paşa’ya…” derler. Anlatılanlara göre Marko Paşa günümüzün bazı hekimlerinden farklı olarak hastalarına zaman ayırır, şikâyetlerini sabırla dinler, tıbbi yönden yardımcı olur, hepsinden ötürü morallerini yükseltirmiş. Meclis-i ayan üyeliği sırasında kendisine başvuranların, öğrencilerin, devrimcilerin şikayetlerini dinlerse de baskıcı rejim altında sorunları çözemediğinden halk arasında; dert dinler ama derde deva olamaz sözü de yaygınlaşmıştı.
Osmanlı saray doktoru Marko Paşa’nın asıl ismi Markos Apostolidis olup bugün Yunanistan sınırları içerisindeki Sios (Syros) adasında) 1824 yılında dünyaya gelmiştir.
Rum asıllı Osmanlı hekimi ilk ve orta eğitimini Siros adasında yapmış, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç edince, Sultan II. Mahmut’un (1808-1839) açtığı Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneyi (Askeri Tıbbiye) tabip miralay (Albay) rütbesiyle bitirmiştir. Cerrahi hekim olarak kısa sürede ün yapmış, 1881’de Sultan Abdülaziz’in hekimbaşılığına mirliva (Tuğ general) rütbesiyle getirilmiştir. Ferik rütbesindeyken (Korgeneral) 1871’de Tıbbıye-i Şahane Nazırlığına atanmış, ardından 1878 de Meclis-i ayan (Senato) azsı olmuştur. Hilal-i Ahmer’in (Kızılay) kurulmasında payı olmuş ve ilk başkanlığını yapmıştır. Siyasi yönden Sultan II. Abdülhamid’in mutlakıyetçi yönetimine karşı çıkan meşrutiyetçi hareketin içerisinde yer almıştı.
Osmanlı tarihinin bu ünlü hekimi 5 Aralık 1888’de Burgaz Adası’nda 74 yaşında ölmüş, Kuzguncuk’taki Rum mezarlığında toprağa verilmiştir
Bu ünlü hekimin ismi yıllar sonra Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in yayınladığı dergiye verilmiştir. Marko Paşa 1945-1950 yıllarında o güne kadar benzeri olmayan, mizahımızın en önemli yayını olmuştur. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu tek parti döneminde sözünü esirgemeden, bazı gerçekleri ortaya koyarken; aynı zamanda bir takım tabuları da yıkmayı başarmıştır. Gerçekte Marko Paşa savaş sonrası, demokrasiye geçiş döneminde; her türlü zorlukları karşılayarak yayınını sürdürmüştür. Sabahattin Ali ile Aziz Nesin’in yanı sıra Şerif Hulusi, Rıfat Ilgaz’ın siyasi hicivleri ve hükümeti yeren yazıları, Mim Uykusuz’un çizimleri toplumda tutulmuştur. Yayınına 1946 yılında başlayan Marko Paşa başlığının altında o güne kadar görülmemiş cümlelere yer verilmişti; “Toplatılmadığı zaman çıkar”, “Yazarları hapiste olmadığı zamanlar çıkar” gibi…
Marko Paşa büyük bir uğraşla hazırlanıp basım aşamasına geldiğinde beklemedikleri bir sorunla karşılaşılmıştı. Önceden dağıtımı için anlaşılan bayiler; büyük olasılıkla yukarıdan gelen baskı yüzünden dağıtımdan vazgeçmişlerdi. Böyle olunca da Sabahattin Ali 2000 âdet dergiyi alarak İstanbul’un sokaklarını dolaşarak diğer bayilere dağıtmış ve satılmasını sağlamıştır. Kimi zaman yazarlar sokaklara çıkarak dergiyi elden satmak zorunda kalmışlardır. Marko Paşa’nın ilk sayısı o günler için inanılmaz şekilde 6000 satmıştır..Sol eğilimin ağırlıklı olduğu dergide iktidar tenkit edildiği kadar toplumun şikayetlerine, sorunlarına da hiciv yoluyla yer verilmiştir.
Marko Paşa kısa sürede beklenmedik bir satışa ulaşmasına rağmen iktidarın baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. Yöneticilerine ve yazarlarına peş peşe davalar açılmış, bazı sayıları toplatılmış; kısacası öküzün altında buzağı aranmıştır Örneğin dergide bir paşa sözcüğü geçerse bununla Milli Şef İsmet İnönü ile alay ediliyor diye anında dava açılmıştır. Ayrıca buna benzer pek çok imzalı ve imzasız yazılar için davalar açılmıştır. Mahkeme kararlarıyla Marko Paşa sürekli kapatılmış, her kapatılmadan sonra “Merhum Paşa”, “Malum Paşa”, “Yedi-sekiz Hasanpaşa”, “Bizim Paşa”, “Ali Baba” gibi değişik isimlerle yine de yayınını sürdürmüştür.
Marko Paşa Türk mizahının mihenk taşlarından birisiydi. Anlaşılan o yıllarda da mizaha karşı iktidarların tepkileri vardı.
Hepimizin bildiği meşhur bir söz vardır; doğru sözü söyleyeni dokuz köyden kovarlar!..